BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
Göç Araştırmaları Merkezi (BÜGAM)

 

Ankara'nın Afrikası 2: Kızılay

Başkent Üniversitesi Göç Araştırmaları Merkezi (BÜGAM) ekibi olarak yeni mülakatlarla araştırmamıza devam ederken, bir başka saha çalışması için arkadaşlarımız ile bir araya geldik. Bu sefer amacımız Kızılay ve çevresindeki Afrikalı işletme sahipleriyle görüşmeler yapmaktı. Araştırmayı beraber yürüttüğümüz arkadaşlarımız ile belirlediğimiz yerlere gitmeden önce bir mekânda buluştuk.  Sayıca kalabalık olmamız nedeniyle birkaç gruba ayrılarak mülakat yapmak üzere yola koyulduk.

İlk olarak gittiğimiz yer Afro House adında bir mekândı. Bu mekân oldukça izbe ve terk edilmiş gözüküyordu. Anlaşılan mekân uzun süre önce faaliyet göstermeyi bırakmıştı. Bu durumun sebebini anlamak için çevredeki esnafa ve mekân sahiplerine birtakım sorular yönelttik. Görüştüğümüz kişiler, buranın yıllar önce kapatıldığını ve artık kullanılmadığını bizlere aktardı. Buradaki yapılması amaçlanan mülakatın gerçekleştirilememesi her ne kadar heyecanımızı yarıda bırakmış olsa da araştırmacı merakımızı dinç tutarak diğer mekânları da araştırmak üzere yolumuza devam ettik.

Farklı mekânları araştırırken, bazı arkadaşlarımız da internet üzerinden ulaştıkları işletme sahiplerine araştırmamızı anlatıp, kendileriyle mülakat yapıp yapamayacağımıza dair onlara telefon üzerinden sorular yönelttiler. Bazı telefonlar yüzlerimize kapatılırken, bazısı da mülakat yapabileceklerini söyledikten sonra açık adreslerini bizlerle paylaştılar. Adresini bizlerle paylaşan bir işletme sahibi kendisinin Türk olduğunu ve yanında çalışan bir işçisinin de Afrikalı olduğunu, üstelik dilersek bize yardımcı olacağını da söyledi. Telefon görüşmesini sonlandırdıktan sonra bir araya geldik ve ortak karar vererek görüşme yapmak üzere işletmeye doğru yola çıktık.

İlk bakışta her ne kadar küçük gözükse de zengin Afrika mutfağı ile kendi kapasitesini zorlayan bu kafenin sahibi bizi gayet iyi bir şekilde karşıladı ve bizimle sohbet etmeye başladı. Bir süre sohbet ederek kendimizi tanıttıktan sonra kendisine  mülakat sorularını yöneltmeye başladık. Sorduğumuz sorulara karşılık yanıt olarak, Afrikalıların göç hareketlerini Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçmek üzerine planladıklarından bahsetti. Buradan hareketle Türkiye’nin bir transit ülke olduğuna parmak basmak yanlış olmayacaktır. Afrikalı kişilerin Türkiye’ye göç ettikleri ilk dönemler güvenli bir bölge arayışında olmadıklarını anlatan mekânın sahibi, son bir sene içerisinde değişen göçmen karşıtı söylemler nedeniyle artık kendilerini güvenli hissedecekleri bölgeler aramaktalarmış. Özellikle Suriye’den alınan göçün beraberinde getirdiği sosyal değişimler, göçmenlere karşı söylemin değişmesi ve Afrikalı göçmenleri ötekileştirilenlerin içerisine kattığından bahsetti. Afrikalı göçmenlerin güvenli bölge olarak kendilerine uygun gördükleri yerleri bizlere aktaran mekân sahibi, bu bölgelerin Keçiören ile Anıttepe olduğunu söylerken, eşleri T.C vatandaşı olan göçmenler için ise, güvenli bölgenin Çankaya Bölgesi olduğunu aktardı. Afrikalı göçmenler ile ilgili deneyimlediği durumları anlatırken mekân sahibi, bu kişilerin tarihsel olarak yaşadıkları kolonicilik faaliyetlerinden kaynaklı olarak Fransa ve ABD’ye tepkili olduklarını bizlere söyledi. Türkiye’ye göç etmelerinin bir başka boyutu, kadın göçmenlerin genellikle göç etmelerinin nedeni aslında evlilik olduğuna dikkat çeken mekân sahibi, aile yapılarını özetlerken, erkek egemen ve kuvvetli aile bağlarının var olduğu geniş ailelerden oluştuklarının altını çizdi. Göçmenlerin, Türkiye’ye gelmeden önce kalacak yerlerini buradaki tanıdıklarından referans alarak hazırladıklarını ve göçmenlerin arasında bir çeşit dayanışma ağı olduğunu söyledi. Son olarak kendisi burada var olan farklı dinsel inanışlara sahip, aynı ulusun fertleri olan Afrikalı göçmenlerin de dinsel inanış pratiklerinin, onların sosyal hayatı ve yaşayış biçimlerinde farklı etkiler yarattığını örneklerle açıkladı.

Bir diğer araştırma grubumuzun bulduğu bir başka mekâna doğru giderken, arkadaşlarımız ile elde ettiğimiz verileri tartışmayı ve ortak temaların varlığından söz ederken, kendimizi kadın bir Afrikalı göçmenin açtığı restoranda bulduk. Restoranın içerisinde girdiğimizde bizi karşılayan müzik ve dans eden göçmenler ilk başta hepimizi şaşırtmıştı. Görünürde anlaşılan, özel bir günlerini kutlamaktalar nidalar eşliğinde. Bir arkadaşımız orada çalışan kişilere gelme niyetimizi ve araştırmamızın detaylarından bahsetti. Buradaki kişiler bizimle iki saat sonra görüşebileceklerini söyledi. Biraz dinlenmek ve beklemek adına başka bir restorana oturup arkadaşlarımız ile yemek yedik. Belli bir süre geçtikten sonra mülakat yapmak üzere mekâna gittik. Sorularımızı sorarak verilerimizi çekmeye başladık. Bizimle konuşan kişi Türkiye’ye eğitim görme amacıyla gelmiş ve devletlerin karşılıklı teşvikleri onun buraya gelmesinde kolaylaştırıcı bir etken olmuş. Bu işletmenin sahibi olan kadın ile sosyal medya aracılığıyla bir araya gelmiş hatta maaş almadan kendisi bu işletmeye yardım etmek için gönüllü olarak burada yapılan işlere yardım etmekteymiş. Mekânın  sahibi olan kadın Afrikalı göçmeninin buraya gelmesinin sebebi ise, bir Türk ile evlenmiş olmasıymış. Evli olduğu Türk, hayatını kaybettikten sonra çocukları ile Türkiye’de kalan işletme sahibi, hayatını devam ettirebilmek adına bu işletmeyi açmış. Kendisi hem evine ekmek götürürken hem de Afrika’dan gelen göçmenler ile birlikte bu restoranda dayanışma gösteriyorlarmış. Daha önceki yaptığımız mülakatta karşımıza çıkan duruma benzer nitelikte ırkçılık probleminin kaynağından bize bahseden katılımcılarımız bu durumun son bir sene içerisinde giderek artan ve değişen göçmen karşıtlığı söylem olduğunu bize söyledi. Ayrımcılık noktasında toplu taşıma araçlarında da bu olgu ile karşılaştıklarından bahsettiler.

Bir başka gün bir araya gelip gittiğimiz bir diğer işletme ise, etnik ürünlerin satıldığı bir market idi. Daha önce aktarılanın tersine buradaki katılımcı Türkiye’nin bir transit ülke değil de bir hedef ülke olduğunu bizlere aktardı. Özellikle kültürel ve dini olarak çeşitli toplumlar ile benzerlikler gösterdiğinden, bazı Afrikalı göçmenler Türkiye’yi tercih etmektelermiş. Onlara Türkiye’de yaşadıkları sorunları sorduğumuzda, uğradıkları ayrımcılığın mekânsal olarak en çok toplu taşıma araçlarında karşılarına çıktıklarından bize bahsettiler. Bir başka problem ise, polislerin sürekli denetim için gelmeleri ve göçmenleri sokakta çevirip kendileri ile ilgili soru sormalarıymış. Türkiye’nin aslında misafirperver bir yer olduğunu bildiklerini ancak bu durum ile son zamanlarda karşılaşmadıklarını söylediler. Marketin bir köşesinde yer alan koltukların ne için kullanıldığını sorduğumuzda bu marketin sadece bir işletme değil aynı zamanda bir dayanışma yeri olarak da kullanıldığını anlatan katılımcımız, bu yeri hem maddi hem de manevi olarak gelen kişilerin yardımlaşacağı bir yer olarak tanımladı. Yaşlı nüfusun ırkçı söylemlerde ve davranışlarda bulunduğundan ve genç nüfusun ise, bu tür bir durum içerisine girmediğinden bahsettiler. Mülakatımızın sonuna doğru işletmenin ve göçmenlerin Avukatı mülakatımıza dahil oldu. Ona göçmenlerle çalışmaya başlamasının sebeplerini sorduk. İlk başlarda her ne kadar maddi olarak bu işi yaptığından bahsetse de sonrasında insani bir yardım olarak gönüllük esası ile bu işi sürdürdüğünün altını çizdi.

Toparlamak gerekirse, yapılan görüşmelerin başlangıcına baktığımızda genellikle görüşmeyi yaptığımız kişilerin çok da rahat hissetmediklerini, fakat mülakatın ilerleyen aşamalarında daha rahat şekilde kendilerini ifade edip karşılaştıkları zorlukları anlatırken daha verici davrandıklarından bahsedebiliriz. Görüşülen kadın işletme sahiplerinin ortak özelliği olarak eşlerinin Türkiye’de yaşayan halk olduğunu ve onlardan yardım aldıklarını görmekteyiz. Bununla beraber evlilik kurumunun da ekonomik bağlamda fayda sağladığını kendilerinin aktardıklarına dayanarak ortaya atabiliriz. Türkiye’de yaşadıkları zorluklardan kaynaklı olarak aslında hedef olan Türkiye’nin sonralarda bir transit ülke haline geldiğinden yine bahsetmek mümkündür. Görüşülen işletme sahiplerinin bulundukları sokaktaki diğer esnaflarla fazla bir iletişim ve rekabet içerisinde olmadıklarını aktarmak yanlış olmayacaktır. Türkiye’de son dönemlerde göçmenlere karşı sertleşen politik söylemin sonucu olarak, eskisine nazaran daha fazla ayrımcılığa uğradıklarını söyleyebiliriz. Son yıllarda artan ve özellikle Türkiye’nin komşusu güney ve güney doğu ülkelerinden gelen diğer etnik gruptaki göçmenlerin varoluşu Afrikalı göçmenlerin de yaşadıkları sorunlarını arttırmıştır. Bu sorunlara örnek olarak göçmenlere karşı olan bakış açısı ve nefret söylemleri örnek olarak verilebilir. Göçmenlerin işyeri sahipleri ile ortak bir şekilde dertlere karşı çıktıklarını ve çalışma konusunda birbirleri ile dayanıştıklarından bahsedebiliriz. Bir araya gelmek için aktif olarak sosyal medya gruplarını kullandıklarını, bununla beraber Türkiye içindeki göçmen hareketliliğinin bir nebze de olsa bu gruplar ile ilgili olabileceği göz önünde bulundurulması gereken bir durumdur. Göçmenlerin bir kısmının Ankara’ya gelmesinin sebebi olarak bürokrasinin burada işlemesi kendilerinin bize aktardıklarından hareketle düşünülebilir. Kendilerinin yaşadıkları sıkıntılara mekânsal olarak baktığımızda genellikle toplu taşıma alanları ve kamusal alanların olduğunu gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Son olarak, ortak bir nokta ise, işletme sahipleri gerekli malzemeleri Ulus’tan karşıladıklarını aktarmışlardır.